Friday, February 16, 2007

birikmiş gözlemler (1)

Nerdeyse 6 ay oluyor Chicago'ya geleli. Bunun 1 ayı Türkiye'de geçti o veya bu nedenle. Son 1 ay kar altında geçti. En son göle gideli o kadar uzun zaman olmuş ki. Amerika benim için yeni değil, Chicago hiç değil. Sayayım, daha önce 6 kere gelmişim. Hele bir yıl iki kere geldim. Aslında daha çok yol geçen hanı gibi kullanmışım, yani mutlaka bir kere Chicago'ya konup kalkmışım.Bu sürede değiştiğini ben bile gözlemliyebiliyorum. 2002 de kardeşimle geldiğimden bu yana o kadar çok inşaat yapılmış ki, tabi hepsi "skycraper". Hele Watertower ın karşısındaki Hyatt ın yapılışını hatırlıyorum, bu 1997 veya 1998 gibi idi.
2006 Ağustos'undan bu yana beni şaşırtan gözlemlerim oldu, tabi ki daha önce şaşıramazdım, çünkü hiç yaşamadım burda. Hem Amerikalılar hakkında, hem Amerika hakkında, hem kendimde yabancı ve yalnız yaşayan biri olarak okyanus ötesinde. Ben sadece 1 haftalık , 4 günlük turisttim. Her turistik yeri biliyorum, ama yaşamı yeni öğreniyorum. Az buz değil burası da göbeği 3 milyonluk birşehir. Ben tam göbek deliğinde yaşıyorum : Goldcoast. Tüm turistik aktivitelere ve de meşhuuuur alışverişin altın yolu Michigan Avenue ye sadece 3 blok. Evet tanım bu 3 blok. Çapraz yürümek yok, kuzeye , güneye, batıya veya doğuya (yani göle doğru) yürünecek; 1 cadde/sokak başlayacak sonra bitecek; işte bu blok mesafesi. Metre olarak bilmiyorum ama 3 dakikada yürünüyor. Chicago dümmmmdüz. Tepe yok, yokuş yok (insan eliyle yapılanlar var nedense). Sıkıcı. Bazen insana hakikaten "in the middle of nowhere" hissi veriyor. Bir ucundan bir ucu görünüyor eğer tam cadde boyunca bakılırsa, çünkü her cadde ağ şeklinde. Tabi eğri giden brikaç tane var, o da insana tuhaf geliyor. Bir de kavuşmayan aynı caddeler var. Herhalde iki farklı uçtan başladılar ve kavuşamadılar. Ne yön olursa olsun,göle dönünce doğu ve Kanada. En yakın medeni şehirler (Milwaukee gibi salakları saymıyorum) 2 saat uçuş mesafesi veya hadi en yakını 3.5 saat araba ile. Göl şu an karla kaplı, yani 24. kattaki ofisten öyle görüyorum. Kıyılar biraz donuk, sonra mavi sonra buz üstü karlar. Çok merak ediyorum ama rüzgardan gidemiyorum. Rüzgar burda farklı esiyor :insanın içine her hücresine kadar nüfuz ediyor yani işliyor. Sıcaklığı bizim emektar Grad Celcius ile 10 derece kadar düşük hissettirebiliyor. Ve kaçılmıyor. Blokun (ki bu dev bir bina) arkasına döneyim, saklanayım diyorum, olmuyor. Çünkü rüzgar bloklar arasında halkalar çizerek esiyor ve beni her yerde buluyor.Oysa kuzeyde değiliz çok, İstanbuldan az farklı. Ama kuzey kutbuna çok açığız, saklayacak dağ yok.
Burada her daim alışveriş ve her nasılsa her daim indirim var. Oldukça fazla kutlanacak gün var, bunlar mahalle demiyelim ama eyalet veya şehir seviyesine inebiliyor.Ve nedense herkes birden tatil olmuyor, devlet okulları bile. İndirime geri dönelim : mesela mağaza kapanıyor, 70% indirim oluyor. Veya yeni model geliyor, eskileri "clearance" . Tabi kapanın elinde gidiyor. Sadece mağazada değil, online da korkunç ucuzluk fırtınaları esiyor. Bazen bedava getiriyorlar, en çok bunu seviyorum. (Çünkü burda arabam yok, arabalı hayatı çooook özledim) Bu corumda hiç lazım olmayan şeyler bolca alınıyor, çünkü onlar kalmış oluyor. Her yerde olduğu gibi benim 6.5 ayak numaram hemen tükeniyor. Kiloma rağmen benim bedenim olan 12 P (yaşasın ben burda bir petite im, yani küçüğüm, çok küçüğüm, yani aslında kısayım) tükenmiş oluyor. Kimler alışveriş ediyor indirimsiz nadir günlerde? Herhalde çok zengin yerli ve yabancı turistler. Tabi markalara hiç yanaşmıyoruz iki sebeple : 1)O para bende ne gezer 2) markayı evde mi giyicem okulda mı? Geçenlerde Carson Pirie Scott kapanacağı için indirime girdi. Dayanamadım gittim : öyle güzel ayakkabılar vardı ki. En sevdiğim bölüm, bi de çantalar. Hep topuklu, incecik, dayanadım giydim. Çok beğendim, ucuzlamış da. Ama almadım, sadece baktım, gözlerim doldu ve almadım. Ben artık hiç mi topuklu ayakkabı giyemeyeceğim Allahım? Bir daha hiç topuklu ayakkabı, etek-ceket, deri çanta, elbise , ve hatta etek, yaa kırk yıllık (hakkaketen gerçekten kırk yıldır etek giyiyorum) etek!!! Dehşet gibi geldi. Ki ben kot ve pantalonu çok severim. Yıllardır iş kıyafetinden kazaklarımı, botlarımı, spor kıyafetlerimi giyemedim. Ama bundan sonra böyle mi??? Tabi bir neden de kalabalık etmesini istememem. Yer yok, burası kutu gibi bir daire. Yani benim artık hiç büyük dairem/evim, harbi masif mobilyalarım, kendi kendime yaptığım uyduruk ve ucuz kitaplık yerine harbi, dekorasyon dergilerinden modeli alınan kitaplıklarım, country stili mobilyalarım olmayacak mı??? Galiba Amerikada olamayacak. Burası göçebe hayat, burası iğrelti evler, eşyalar, kıyafetler. Göçebe ruhumu daha da azdıran şartlar söz konusu. Ama insanın hayatında bir dönemde buna çok ihtiyacı var : Eşyalara bağımlı olmamak için; birikmiş, yoğunlaşmış, eşyalara sinmiş kesif negatif enerjileri çöpe yollmak için; aslında yaşamak ve keyfine varmak için ne kadar az şeye ihtiyacımız olduğunu hatırlamak için; biraz olsun dengeyi sağlayıp ihtiyacı olanlarla paylaşmak için; birey olarak da takıp takıştırmadan, boncuk koleksiyonunu artırmadan, tüller-topuklu ayakkabılar (bir taneden bahsetmiyorum, dolaplarca) olmadan da çok güzel olabileceğimizi ve kendimiz olabileceğimizi ve de mutlu olabileceğimizi anlamak için; hiçbir eşyanın kendini bütünlemenin yerini tutamadığını görmek için....
Kafayı yemedim, inançlarımı da değiştirmedim. Pardon değiştirdim, kendime daha çok inanıyorum. Ama o ince topuklu, kadife fiyonklu, siyah Nine West ayakkabıyı çok beğendim. Bir tane edinip evde giyebilirim eğer bu okul ortamı izin vermezse (tabi giyerim de beni doktora programında tutarlar mı bilmiyorum). Çok değil , sadece birer tane güzel eşya....

No comments: