Saturday, March 29, 2008

Paskalya ve Atlanta

Spring Break in ilk duragi Atlanta. Atlanta Georgia'nin en buyuk sehri. Bir is merkezi, Coca - Cola nin headquarteri. Calisan , orta sinif ve cogunlukla African - American. Downtown 3-5 yuksek binadan ve iki highway in kesismesinden olusuyor. Baska bir sey yok. Sehir ama sehir degil, gorulecek bir kucuk sanat muzesi varmis. En buyuk handikap suya benzer hicbirsey yok. Insanlar sehir icinde ama suburb de oturuyorlar. Hakikaten southern style, evler, bahceler, porchlar.


Bahar gelmis Atlanta'ya. Sincaplar gelmis, bahar dallari acmis. Manolyalar, pembe cicekli kuru dalli olanlar acmis, oysa daha burda acmalarina coook var. Burda bildigimiz manolyaya Southern Magnolia deniyor.





Bahceler cicek dolu, daffodiller, sumbuller, karanfiller ve laleler.
Gunduz cok sicak, gece oldukca serin. Derece farki cok fazla. Hatta sabah serindi, arkadasim eldicen ve atki aldi , bana da "Sen ne de olsa Chicagolusun"dedi. Tabi bize gore serince. Ama manto, eldiven, atki da giyilmez ki. (Gerci Chicago ya gelir gelmez burundum)



Atlanta ' da ne yaptim : Arkadasimin okulu olan meshuuur Georgia Tech e gittim. Bence MIT, Harvard kadar konusunda efsanevi. Hatta ITU deki gibi hava tuneli de var. Giriste de kocaman bir lokomotif. Tam bir kampus, kapilari bile var. Yapilar New england i hatirlatiyor, manolyalar, cicek - bocek. Sonradan ogrendigime gore Georgia Tech in muhendislik bolumunde II dunya savasi sirasinda silah gelistirilmis.
Atlanta 'nin "hic bir yere gitmeyen" , yani sadece sehrin biraz kuzeyine ve guneyde havaalanina giden 2 hatli bir treni var. Cok temiz, cunku "bir yere gitmiyor". Sehir merkesi, ki 2 highway in kesimi ve 2 tren hattinin kesisimi Five points denilen , kelimenin gercek anlami ile hicbirseyin bulunmadigi bir tuhaf mahal. Bir tuhalikfa tren istasyonunda - acik havada- hicbir sey yedirmiyorlar, beni iki kere uyarip disari cikarttilar.
Atlanta'ya gitmenin tek esprisi arkadasimi gormekti, nitekim gece gec saatler kadar konustuk hep. Memleketlerimizden, burdaki dar hayatimizdan, doktoradan, burda fakir ama memleketlerimizde "birsey" oldugumuzdan. Ama en guzeli bol bol yemek yaptik. Baharat kullanmasini (sayesinde Chicago da harika bir baharat evi tanidim), yesillilerin ve sogani ince ince kiymasini (buna ozel bicak lazim), ekmek yapmasini ogrendim. Klasik mercimek koftemi yaptim orda da, bu da Amerikalilara ilginc geliyor. Hos kisir biliyorlar, burda adi tabouli. Araplardan gelme herhalde. Kocaman bir guney evinin ust katinda yasiyorlar arkadasim ve 2 room mate, ikisi de ilginc kadinlar. Benzer dertleri paylasiyorlar, room mate i olunca insan cok seyi paylasiyor gordum, bu genclik yillarindaki room mate likten farkli. Evin nefis balkonlari var iki tarafta. Herhalde guney evlerinin en belrgin ozelligi "porch lari. Ben de uzun, sicak, sari oglenlerinde siesta ya dalacagim, muzik dinleyecegim, bir yandan tavana asili salincakta veya sallanir koltukta sallanip biryandan kitap okuyacagim, genis, tahta bir porch istiyorum. Mumkunse okyanusa karsi ama. Evin onu arkasi karisik, sokaga bakan tarafta harika bir porch var, ay manzarasi , yesillikler ve sessizlik. (Meger Chicago da benim evim de ne cok ses ve ugultu varmis) Diger balkon kocaman ve balkonlar tahta (Amerikada genelde boyle) Ev sakinleri herbler ekmis, dikmisler : nane, kekik, adini bilmedigim ama kokusu asina otlar. Evde oturmak ne guzelmis, ve apartmanda oturmak ne daraltici. Evin icindeki esyalar da ilginc, birisi ressam heryer salon kocaman bir atolye gibi. Coook aydinlik, isil isil. Camlar yerden tavana, yani tam bir aydinlik ve ferahlik icinde hissediyor insan kendini.
Gelelim en onemli olaya. Pazar gunu, benim ayrildigim gun Easter yani paskalya idi. Cumartesi sabah kocaman bir brunch yaptik : pancake ler, ekmekler, Latvia usulu tatlilar, receller. Bir baktim gelenler, ki hepsi Latvia li, ellerinde paket paket bir sey getiriyor.

Bir gun onceden marketden atilmak uzere supurulmus kirmizi sogan kabuklarini copten almistik, cok da gulmustuk insanlara derdimizi anlatana kadar. Sogan kabuklari yumurtayi kaynatip boyamak icin. (Ben de yumurtalari gercekten boyayacagiz sandimdi). Coluk, cocuk kocaman masanin basina oturduk. Dedigim gibi misafirler donanimli gelmis. Masaya rengarenk cicekler ve yapraklar yayildi, pirinc bir kaba dolduruldu. Bir gun once marketden aldigimiz kutularca beyaz yumurta geldi. Bir yumurtanin beyazini yapistirici olarak kullandik. Ve basladik yumurtalarin ustune yapraklari, pirinc tanelerini, cicekleri yapistirmaya. Kendi yaraticiligimizla bosluk kalmayana kadar yumurta ustunde, sonra ipliklerle sardik, en sonra yumurtalari coraba yerlestirip dugumledik. Boylece herkesin sonradan hatirlayamayacagi kadar cok yumurta dolu coraplari oldu. Bunlari kaynatmaya basladik. Bu arada bir baskalarina sepet yapma goreci verildi, bence cok basarili idiler, dallardan 2 sepet oldu.
Diger yanda bir gun once aldigimiz uyduruk carsafi kesip bir cerceveye gecirdiler. Arkadasim kumas boyasi da almisti. Herkes, buna cocuklar dahil ve en cok da onlar, birseyler cizdi. Ben tabi nazlandim, sonunda fircayi yiyip bir lale cizdim, yaraticiligimin ne kadar dar oldugunu bir daha anladim. Sonra hepimiz ismimizi yazdik rengarenk.



Bu arada yumurtalar oldu. Onlari tek tek actik ve tereyagi ile parlattik, yapilan sepete dizdik. Bu arada ciceken cicege fark oldugunu da gorduk, ciceklerin - yapraklarin beyaz kalmis izleri cok hos figurler cikarmislardi ortaya. Kiminki daha guzel diye yaristirdik , bunu cocuklar yapti daha cok.




Pazar gunu benden sonra egghunting vardi, ve de yumurta tokusturmaca. Uzun zamandir gordugum en katilimci, ogretici ve eglenceli aktiviteydi. Arkadasim hem memleketinin adetlerini iyi biliyor, hem uyguluyor, hem de kisileri organize ediyor. O gun yorgun, gergin ama muzaffer bir komutan gibi idi, bi de bayragini unutmadi , evin balkonuna asti. Ben de ilk defa Latvia bayragini gormus oldum.

Friday, March 21, 2008

Vergi ve posta

Bu sene kendimle cok gurur duydum, aslinda gurur olsun diye yapmadim, valla inattan. Vergimi kendim doldurdum. Her sene 14 Nisan a kadar vergi formlarini doldurmak ve postalamak gerekiyor. Hem federal hem de eyalet icin ayri ayri dolduruluyor. Gecen sene fakirlere yardim eden Belediye ye gitmis ve bir sekilde arada kaynayarak formlari doldurtmustum. Bu sene yine gittim, ancak bana uste odeme durumu cikardilar. Onlara yabanci ve doktora ogrencisi oldugumu , gecen sene boyle bir durum olmadigini soyledimse de dinletemedim. Sonra hirs yapip formlari ve doldurma talimatlarini okudum, okulun da verdigi program yardimi ile basardim. Aslen cok karmasik gorunuyor, ama bizim gibi yabancilar icin fazla kafa karistirici kalem yok. Sadece formlar karisik. Ancak hersey de oldugu gibi bunda da talimatname mukemmel. Adim adim sabirla takip edilecek. Bu aylarda her kose basinda bir vergi-doldurucu var, hatta bunlar sezonluk yer kiraliyor ve sonra yok oluyorlar. Umarim bir hata yapmamisimdir, gecen sene cok korkmustum. Bu sene cok sallamiyorum acikcasi. Bu arada cozemedigim neden yabancilara e-filing hakki verilmedigi, cok sacma cunku form ayni. 5 dolar geri alacagim yere 5 dolar uste posta masrafi yaptim. Neyse bu vesile ile pek sikca gitmedigim postahaneye gittim. Okula yakin olan merkez postane 24 saat acik. Ben eve yakin olanina gittim, ve tapindim adeta. Bir kere cok temiz, duzgun, hersey tikir tikir. Olay cok basit. Yani hersey de oldugu gibi posta sistemini de mukemmel kurmuslar.
Bu ulkede posta akil almaz sekilde isliyor. Insanlar on-line isleme aliskin degil, cekleri posta ile yolluyorlar. Katalog ile alisveris veya on-line alisverisin eve gelisi hep posta ile. Herkes birbirine rahatlikla paket yolluyor. Bana DVD ler posta ile geliyor, ben geri postaliyorum. Turkiye de olsa hayatta guvenmem. Akil almaz junk mail uretiyorlar, bunun bir nedeni de adresin cok onemli olmasi ve maalesef adres bilgimin (telefon da ayni sekilde cunku vermek zorunda kaliyorum) herkesin elinde olmasi, her ici daralanin veya birsey satanin derhal bir mail sallamasi. Hal boyleyken hem sirketler hem kisiler postayi cok yogun bir lojistik kanali olarak kullaniyor. Bunun sonucunda posta idaresi dev bir isveren haline gelmis. Bizim apartmanin postacisi hafif catlak bir African-American teyze. Oglen geliyor paket, posta tek tek kutulara koyuyor. Bir minibusu var, baska turlu basa cikilabilecek gibi degil, oyle yurume veya bisiklet ile olmaz. Karda kista en zor kosullarda bile geldi. Bana surekli junk getiriyor, ama olsun iyi ki geliyor.

Saturday, March 15, 2008

St Patrick Day


17 Mart Irlandalilar icin onemli bir gun : St Patrick's Day.
O gun yer gok yesil, her taraf dort yaprakli yonca. Hazirliklar cok onceden basliyor, yesil renkte akla gelen hersey vitrinlerde. en cok sapka, boncuk gibi aksesuarlari goruyorum. Anlamini bilmiyorum, ama tek bildigim Chicago da cok Irish oldugu, yesil kiyafetli ve nesneli yuzlerce insanin yurudukleri ve deli gibi icip sarhos olduklari bir gun. Bu sene biraz once kutlandi, nenei de Easter a yakin olmasi galiba, veya hafta ici oldugu icin istedikleri kadar cildiramayacaklari da olabilir. cumartesi (15 Mart) ben tingir mingir okula ve sinava giderken, arkadaslar (turistler genelde) ellerinde kamera ile kopru ustunde yerlerini almislardi. Hos, okul olmasa da o sogukta gidermiydim emin degilim. Amac yandaki resimdeki aktiviteye katilmak ve resim cekmek. Saat 11 gibi 2-3 bot Chicago River a sari boya vermeye basliyor ve sonucta nehri yandaki renge boyamis oluyorlar. Bu Irish yesili. 40 yildir bu boyle oluyor, Amerikalilar geleneklerine cok bagli veya boyle gelenek yaratiyorlar. Nehir boyamanin St. Patrick's Day in kendisi ile bir ilgisi oldugunu dusunmuyorum, bu ancak turist-sever ve her-olayi-bir-festivale- cevirir Chicago ' nun bir aile eglencesi anlayisi. Akabinde parade e ve danslara katildilar, sirf bu olay icin Chicago'ya gelen yerli turistler var ve isin ilginc yani yillardir bunu ayni sekilde yapiyorlar. Televizyon bunu saatlerce gostermis olmali ben sinavdayken. Ben ciktigimda yesilli arkadaslar sehrin her kosesine, her barina, her kafesine dagilmis, sohbet ediyorlardi.
Ne guzel burda surekli kutlayacak bir seyler var, festival havasi hic bitmiyor, kar-buz bile olsa.


Baharin ayak sesleri ve zamlar

Kuş sesleri duyulmaya hatta kuşlar da görülmeye başlandı ortalıkta. Kampüste ortalıkta geziniyorlar ve yine çok şişkolar. Bu kuşların kara kışta nerden yiyecek buldukları bir muamma. Sıcak bir bölge veya köşe de yok ki orda kıiı geçirmiş olsunlar. Benim tezim Chicago da kuşlar da uyuyor ayılar gibi kışın. Başla türlü zaman geçmez, bırakın besili olmayı, zafiyet geçirmiş olmaları lazım. Sincaplardan henüz haber yok, onları çok merak ediyorum. Şubat ayında biraz aman vermişken hava, bir tanesi telaşla bizim bahçede koşup bir deliğe girdi. Bir daha göremedim. Heyecanla kampüse dönmelerini bekliyorum.Güneşle birlikte gölün kokusu da sanki bize geri geldi. Tabi gölün donmuş halini bu sene de kaçırdım. Yanına kadar gidemedim, uzaktan gördüm sayılırsa. Şimdi sıra bitkilerin canlanmasında.
Kış asfaltı ve yolları delik deşik etti, bu nedenle Chicago nun her yerinde yollar bakımda. Bu aynı zamanda tıkalı yollar demek, trenler de bir nedenden tamirde (zaten olmasalar CTA bir neden bulur, gelmez trenler veya çok yavaşlarlar). Yani bahar aynı zamanda trafik demek. Baharla birlikte bir yenilik de su vergisi, bu şişe sularından alınıyor, ilginç bir uygulama. Ne kadar çok su içildiği düşünülürse iyi bir kazanç kapısı buldu belediye başkanımız. Bunu istanbulda da düşünmeliler. Ayrıca yine artan benzin fiyatları nedeniyle taksiye zam geliyor. Ama gerçekten taksi ucuz burda. Yeni bir zam da satış vergisi denilen vergi. Bir nevi KDV, ama geri almak mümkün değil. Her şehir, daha doğrusu belediye kafasına göre uyguluyor. Sevgili Belediye Başkanımız satış vergisini 10.25 % e çıkardı. Bu Amerika da ki en yüksek oran. Ne mutlu bize. Masum bir oran gibi görünse de her şeye uygulanıyor , ilaç ve bazı kalemlerde daha düşük. Artık insanlar suburblere gidip daha düşük oranlı belediyelerden alışveriş yapıyor. Ama burası Chicago alışverişin durma imkanı yok. Mesela benim arabam yok, elim mahkum Chicago sınırında alışveriş yapacağım. Varsayalım ki var, benzini buna eklemek lazım. Geçen seneki elektrik zammı , ki oldukça külli idi uyguladıkları ek ücretler nedeni ile, da manzaraya katılırsa burada hayat pahalı oldu, tabi göreceli olarak. Hala İstanbul a göre birçok alanda daha affordable..

Tuesday, March 11, 2008

Bulls vs Jazz




Bu akşam maça gittik. United Center da Memo nun takımı Utah Jazz ile bizim takım Chicago Bulls un maçına. Basket maçları tam bir şölen. İş çıkışı gelenler, aileleri ile çoluk çocuk gelenler, Memo yu seyretmeye gelen Türkler. Ne itiş ne kakış, ne izdiham. Yani tam bir aile eğlencesi.




Aslında Bulls bu sezon çok kötü gitti ve bilet alırken çok tereddüt ettik, Bulls un baş edebileceği döküklükte olsun dedik. Ancak Bulls sezon ortası iyi transferler yaptı, takıma aşı gibi oldu bu 2-3 arkadaş.

Bari Memo yu görelim, ezilsekte Memo nun elinden olsun dedik, gözü kararttık, bileti aldık.Memo yu görmekten mutlu olduk tabi, ama Memo koşmuyor, yürüyor, çok hantal ve fakat 3 lük sayıları da çok güzel atıyor bir de rebound alıyor.






United Center e daha bloklarca kala her kavşakta yeşil fosforlu kıyafetli arkadaşlar trafiği yönlendiriyordu. Önce inanamadık, ama gayet organize idi durum. United Center aslında eve çok yakın, geçen sene Murat la 19M le gitmiştik ve çok rahattı. 1 blok önceden arabayı park ettik ve çok medeni ve rahat bir şekilde yerimize vardık. Biz tok gittik, ama envai çeşit yiyecek ve içecek sunuluyor, ama maalesef benim suyumu kapıda almadılar biraz içtim sonra attım. Canlı konserler, çekilişler, hediyelik eşyalar. Çok renkli. Yerimiz 300 level yani en tepe ama ikinci sıra , orta gibi yani gayet seyredilebilir bir yerdendi. Ben bileti alırken tereddüt ettim ama United Center ın web sitesi sanki orda oturuyormuşum gibi. Orijinal biletler bittiği için bileti sahibinden aldım ama Internet üzerinden hatta Ticketmater (Biletix muadili) ın yeni TicketExchange inden. Hatta "tanımam etmem nasıl güvenicem?" şeklinde klasik kuşkuculuğumla yaklaştım. Lakin ben bileti alınca sahibininki iptal oluyor, bana bilet e-mail ile geliyor, basıyorum ve kimseyle görüşmeye gerek kalmadan bilet sahibi oluyorum.



Maçın başında klasik milli marş okuma, ışıklar, renkler (feci bir elektrik tüketimi var) ve de havai fişekler (bina içinde). Milli marşı okuyan genç kız oldukça güzel okudu ve çok tezahürat aldı. Sonra muhteşem bir şekilde bizim boğalar koşarak caddeleri geçip United Center a geldiler ve Jazz ın otobüsünü boynuzladılar. Sırf bunun için maça gelinir.

Sonra bir mucize oldu, Jazz döküldü, Bulls açıldı, yenilerden 90 numara muhteşemdi, tam bir pota altı sihirbazı. Noah ve TT döktürdü, Arjantinli arkadaş ve Kinkrich çok iyi idi, Ben Gordon süper 3 lükler attı. Ve Bulls Jazz ın da yardımları ile hiç beklemediğimiz şekilde maçı aldı hem de 100 sayıyı aşarak. Yaşasın biz de Mc donalds dan bigburger kazandık. Ayrıca timeoutlardaki yarışlarda (bilgisayar oyunu) arkadaşım su ve kahve kazandı, tabi bunları veren Jewel ı bulması lazım, ben de bigburger ı 48 saat içinde almalıyım.




Özetle bizim Bulls galiba hala ümit vaat ediyor, hareketler güzel - şık, izlemesi zevkli, çok keyifli bir gece geçirdik ve hiçbir izdiham olmadan sakin sakin eve döndük.