Geçen Pazartesi Oprah Winfrey 'in "hayatının düş" ünü gerçekleştirmesini seyrettim. Oprah Winfrey meşhur bir showbiz woman. Kendisi African-American, yani kökleri Afrika'ya gidiyor. 15 sene önce yeni meşhur olmuştu, şu an aşmış durumda. Show u, dergileri, kitap klubü, yayınları var. Herhalde 50 yaş civarı olmalı. O da bizim köyden, Chicago'da yaşıyor. Şehir turlarında bile Oprah 'nın nerde oturduğu merak konusu oluyor. Bir zaman çok kilolu idi, ama zayıfladı, tabi bu da olay ve örnek oldu. Şu an pek tığ gibi değil. Oldukça forslu ve çok zengin, söylemeye gerek yok. Kendisi küçükken fiziksel şiddet ve sömürüye maruz kalmış. Derecesini bilmiyorum, ama çok etkileyici olmuş hayatında.
Bütün amacı kadınları kuvvetlendirmek, bilgilendirmek, hayat örnekleri vermek, motive etmek. Yani kadın programları yapıyor ve seyircileri kadın genellikle. Ama o bir fenomen. Eminim erkekler de seyrediyordur. Sanmayalım ki bir Seda Sayan veya sabah şekeri durumu var. Ben her gece 11 de merakla seyrediyorum, çünkü ders alınacak hayat hikayeleri aktarıyor, güncel konukları var ve konuklar magazin güzelleri veya Televole ünlüleri değil. Gerçekten ünlüler ve ünleri yaptıkları işlerden kaynaklanıyor. Zaman zaman insanın içini acıtıyor, çünkü fiziksel ve cinsel şiddet görenleri de çıkarıyor. Bir kere kocası tarafından dövülen, yakılan bir kadını gösterdi ve kadının hayata duruşu ve ayakta duruşuna sadece saygı duyulup göz yaşı dökülebilirdi. Sonra Oskarların arkasından meşhur Kodak tiyatrosunda ertesi gece program yaptı, aynı sahnede. Oskar alan arkadaşlar, ki kraliçe hanımla diktatör bey ve de tabi köyümüzün naçizane sindirellası, American Idol u kaybeden ve fakat Dreamgirls le gerçek bir Dreamgirl olan Jennifer Hudson ile konuştu. Jennifer için hepimiz dua ettik, ne de olsa içinden Chicago geçen herşeyle övünüyor, kendimizden parça buluyoruz.
Konuya dönersek, Oprah , ki biz ona kısaca O' diyoruz, Güney Afrika da kızlar için bir liderlik akademisi kurmayı düşlemiş. Çünkü kadınların Afrika'yı kurtaracağına inanmış. Eğitimin ve liderliğin gücüne inanmış. Sonra düşlerini gerçekleştirmiş. Kızları tek, tek seçmiş. Hepsi sefalet ve çamurun içinde birer parıltı, başları dik, yüzleri kara, gözleri gülüyor. Şartları ağır, anneler AIDS'den ölmüş, babalar yok, çoğu Güney Afrika hikayesi gibi büyükanneler çocukları büyütüyor ve onların da taşıyıcı veya hasta olmamalarına dua ediyor. Çöl rengi ama duvarlarında kızların dans ettiği çok güzel binalar yapmış. Mandela'nın kutsamasını (blessing daha iyi olurdu burda) yanına almış. Mimari çok ferah ve görkemli. Okuldaki her detay şık, görkemli, etkileyici ve parlak. Daha farklı sıfat bilsem onları da kullanacağım. Bazıları abartılı bulabilir veya lüks ve savurgan. Ama O' köy okulu açmıyor ki, liderlik akademisi açıyor. Odalar çok etkileyici, kızların yerde ve çamur içinde yattığı ve suyu dışardan taşıdıkları düşünülürse evlerinde, duşları ve yatakları görünce neden ağladıklarını daha iyi anlayabiliriz. Güney Afrika daki zenci (bu kelimeyi kullanmak istemiyorum artık) ve harbi Afrikalı mahalleri bilenler, Johannesburg daki müzeyi gezenler ve Apartheid ı bilenler çok iyi anlayacaklar. Oprah bunların izini silmek istemiş. Acıları kapatmak, kızlara seçkin olduklarını hissetirmek istemiş, yani liderliğe giden yoldaki çevresel güven ve konforu hazırlamış. Dikkat çekmek isterim : kızlar şakır şukur İngilizce konuşuyor. Yani çok rekabetçi bir seçim olmuş. Kızlar tabi rol model olarak Bayan O 'ya hayran. Ben olsam ben de olurum doğal olarak.
O' çok özenmiş, bezenmiş ve dersine sıkı çalışmış. Büyük bir yatırım ama akıllıca bir yatırım. Çok kuruluşu yanına almış. Tüm meşhur arkadaşlarından kitaplığa birer kitap getirmelerini istemiş. Hatta bu vesile ile Chicago-Johannesburg arasında ticari bağların gelişmesinden konuşuluyor. Dahası da var : Chi-J'burg arasına direkt uçuş konuldu. Yaa, O' bakınız neleri tetikledi.
Oprah açılışa birçok meşhur arkadaşı davet etmiş. Mandela 'da vardı, kambersiz düğün Mandela'sız Güney Afrika olmaz. O' davetlileri şu cümle ile selamladı : "Hayatımın en gururlu gününe hoşgeldiniz. Ben bir düş kurdum ve bunu gerçekleştirdim." Bu cümlenin kuvvetini kulaklarımla duyana kadar bilmezdim. Bu cümleyi kendi kendinize tekrar edin, sonra kalabalığa (sıkı kalabalık) sahnede, çok şık bir kıyafetle tekrarlayın ve bunu inanarak ciğerlerinize havayı çektikten sonra haykırarak yapın. Çok etkileyici . Bunu yapmayı çok isterim, istiyorum. O' ,bunları söyledikten sonra kızlarının arasına girdi. Zaten onlara "kızlarım" diyor. "Hep düşündüm, niye çocuğum yok diye. Belki olmaması bu nedenle, bugun için. Hepsini kızım gibi hissediyorum".
Ben onu seyrederken büyülendim, hayran oldum, ağladım ve güçlü hissettim kendimi. Böyle bir amaca doğru çalışmak, denemek ve bunu başarmak. İnsanın hayatında bir amacı olmalı. Öyle para kazanayım, ev alayım dan bahsetmiyorum. Tabi ki bunlar var, ama bunlar araç. Hayat amacı, veya misyonu denen bir şey olmalı. Arkada bırakacak, iz bırakacak, kazıyacak, damga basacak ve hayatları değişterecek, başka insanların hayatlarına değecek ve onları mutlu edecek bir fark yaratacak bir "şey". Kapitalist düzenin olmazsa olmazlarına hepimiz şu veya bu şekilde bağımlıyız. Buna karşı değilim, para lazım, çok lazım. Sefaleti ve parasızlığı kimseye göre tavsiye etmiyorum. Zaman nasıl biriktirilmiyorsa paranın biriktiğini sandığımız kısmı da kısmen işe yarıyor, kısmen aslında biriktirilmiyor. Çünkü bize zaman satın almıyor. Paraları veya eldeki maddi güç her ne ise bunu başka bir değere dönüştürmek lazım. Yani yatırım yapmak lazım. Kimimiz kendimize yatırımı tercih edebiliriz, hiç yanlış değil. Kimimiz başka insanlara yatırımı tercih edebiliriz, ki bu da bir yol. Bence her ikisi de. Kendimize edindiğimiz maddi nesnelerin bir sınırı var. Bu sınır herkese göre değişiyor. Ben 10 çift ayakkabı , 2 botla yetiniyorum, kimine 30 çift yetmiyor. Farketmez, her şekilde bir sınır var. Bunun üstü azalan marjinal fayda kanuna göre azalan fayda sağlıyor.(Yani linear bir trend değil, istatistik çalışıyorum da) Bu sınıra geldiğimizi anlayınca bence başka hayatlara yatırım yapmanın vakti gelmiş demektir. Başkalarına yatırım yapmak sorumluluk ister. O' da biliyor, bu para harcayıp kapısına ismini yazdırıp uzaktan e-mail ve para göndermek değil. Bunun arkasında olmak ve sürdürmek lazım. Bu bir "adanmışlık" (commitment bence daha iyi ifade ediyor, özürlerimle) ve süreklilik. Başka hayatlara değmek, fark yaratmek, değer katmak. Gücümüz yettiğince, ufak ufak, teker, teker, kıyı kıyı. Deniz yıldızlarının hikayesi gibi. Ama devamlı, tutarlı ve kararlı. Okumaya, engellilere, yaşlılara, çocuklara, hastalara, doğaya veya daha yaratıcı fikri olan ??? Hayatta bir amaç olmalı, ufak veya büyük. Vermeye dayalı veya aldıklarını geri vermeye..
Bütün amacı kadınları kuvvetlendirmek, bilgilendirmek, hayat örnekleri vermek, motive etmek. Yani kadın programları yapıyor ve seyircileri kadın genellikle. Ama o bir fenomen. Eminim erkekler de seyrediyordur. Sanmayalım ki bir Seda Sayan veya sabah şekeri durumu var. Ben her gece 11 de merakla seyrediyorum, çünkü ders alınacak hayat hikayeleri aktarıyor, güncel konukları var ve konuklar magazin güzelleri veya Televole ünlüleri değil. Gerçekten ünlüler ve ünleri yaptıkları işlerden kaynaklanıyor. Zaman zaman insanın içini acıtıyor, çünkü fiziksel ve cinsel şiddet görenleri de çıkarıyor. Bir kere kocası tarafından dövülen, yakılan bir kadını gösterdi ve kadının hayata duruşu ve ayakta duruşuna sadece saygı duyulup göz yaşı dökülebilirdi. Sonra Oskarların arkasından meşhur Kodak tiyatrosunda ertesi gece program yaptı, aynı sahnede. Oskar alan arkadaşlar, ki kraliçe hanımla diktatör bey ve de tabi köyümüzün naçizane sindirellası, American Idol u kaybeden ve fakat Dreamgirls le gerçek bir Dreamgirl olan Jennifer Hudson ile konuştu. Jennifer için hepimiz dua ettik, ne de olsa içinden Chicago geçen herşeyle övünüyor, kendimizden parça buluyoruz.
Konuya dönersek, Oprah , ki biz ona kısaca O' diyoruz, Güney Afrika da kızlar için bir liderlik akademisi kurmayı düşlemiş. Çünkü kadınların Afrika'yı kurtaracağına inanmış. Eğitimin ve liderliğin gücüne inanmış. Sonra düşlerini gerçekleştirmiş. Kızları tek, tek seçmiş. Hepsi sefalet ve çamurun içinde birer parıltı, başları dik, yüzleri kara, gözleri gülüyor. Şartları ağır, anneler AIDS'den ölmüş, babalar yok, çoğu Güney Afrika hikayesi gibi büyükanneler çocukları büyütüyor ve onların da taşıyıcı veya hasta olmamalarına dua ediyor. Çöl rengi ama duvarlarında kızların dans ettiği çok güzel binalar yapmış. Mandela'nın kutsamasını (blessing daha iyi olurdu burda) yanına almış. Mimari çok ferah ve görkemli. Okuldaki her detay şık, görkemli, etkileyici ve parlak. Daha farklı sıfat bilsem onları da kullanacağım. Bazıları abartılı bulabilir veya lüks ve savurgan. Ama O' köy okulu açmıyor ki, liderlik akademisi açıyor. Odalar çok etkileyici, kızların yerde ve çamur içinde yattığı ve suyu dışardan taşıdıkları düşünülürse evlerinde, duşları ve yatakları görünce neden ağladıklarını daha iyi anlayabiliriz. Güney Afrika daki zenci (bu kelimeyi kullanmak istemiyorum artık) ve harbi Afrikalı mahalleri bilenler, Johannesburg daki müzeyi gezenler ve Apartheid ı bilenler çok iyi anlayacaklar. Oprah bunların izini silmek istemiş. Acıları kapatmak, kızlara seçkin olduklarını hissetirmek istemiş, yani liderliğe giden yoldaki çevresel güven ve konforu hazırlamış. Dikkat çekmek isterim : kızlar şakır şukur İngilizce konuşuyor. Yani çok rekabetçi bir seçim olmuş. Kızlar tabi rol model olarak Bayan O 'ya hayran. Ben olsam ben de olurum doğal olarak.
O' çok özenmiş, bezenmiş ve dersine sıkı çalışmış. Büyük bir yatırım ama akıllıca bir yatırım. Çok kuruluşu yanına almış. Tüm meşhur arkadaşlarından kitaplığa birer kitap getirmelerini istemiş. Hatta bu vesile ile Chicago-Johannesburg arasında ticari bağların gelişmesinden konuşuluyor. Dahası da var : Chi-J'burg arasına direkt uçuş konuldu. Yaa, O' bakınız neleri tetikledi.
Oprah açılışa birçok meşhur arkadaşı davet etmiş. Mandela 'da vardı, kambersiz düğün Mandela'sız Güney Afrika olmaz. O' davetlileri şu cümle ile selamladı : "Hayatımın en gururlu gününe hoşgeldiniz. Ben bir düş kurdum ve bunu gerçekleştirdim." Bu cümlenin kuvvetini kulaklarımla duyana kadar bilmezdim. Bu cümleyi kendi kendinize tekrar edin, sonra kalabalığa (sıkı kalabalık) sahnede, çok şık bir kıyafetle tekrarlayın ve bunu inanarak ciğerlerinize havayı çektikten sonra haykırarak yapın. Çok etkileyici . Bunu yapmayı çok isterim, istiyorum. O' ,bunları söyledikten sonra kızlarının arasına girdi. Zaten onlara "kızlarım" diyor. "Hep düşündüm, niye çocuğum yok diye. Belki olmaması bu nedenle, bugun için. Hepsini kızım gibi hissediyorum".
Ben onu seyrederken büyülendim, hayran oldum, ağladım ve güçlü hissettim kendimi. Böyle bir amaca doğru çalışmak, denemek ve bunu başarmak. İnsanın hayatında bir amacı olmalı. Öyle para kazanayım, ev alayım dan bahsetmiyorum. Tabi ki bunlar var, ama bunlar araç. Hayat amacı, veya misyonu denen bir şey olmalı. Arkada bırakacak, iz bırakacak, kazıyacak, damga basacak ve hayatları değişterecek, başka insanların hayatlarına değecek ve onları mutlu edecek bir fark yaratacak bir "şey". Kapitalist düzenin olmazsa olmazlarına hepimiz şu veya bu şekilde bağımlıyız. Buna karşı değilim, para lazım, çok lazım. Sefaleti ve parasızlığı kimseye göre tavsiye etmiyorum. Zaman nasıl biriktirilmiyorsa paranın biriktiğini sandığımız kısmı da kısmen işe yarıyor, kısmen aslında biriktirilmiyor. Çünkü bize zaman satın almıyor. Paraları veya eldeki maddi güç her ne ise bunu başka bir değere dönüştürmek lazım. Yani yatırım yapmak lazım. Kimimiz kendimize yatırımı tercih edebiliriz, hiç yanlış değil. Kimimiz başka insanlara yatırımı tercih edebiliriz, ki bu da bir yol. Bence her ikisi de. Kendimize edindiğimiz maddi nesnelerin bir sınırı var. Bu sınır herkese göre değişiyor. Ben 10 çift ayakkabı , 2 botla yetiniyorum, kimine 30 çift yetmiyor. Farketmez, her şekilde bir sınır var. Bunun üstü azalan marjinal fayda kanuna göre azalan fayda sağlıyor.(Yani linear bir trend değil, istatistik çalışıyorum da) Bu sınıra geldiğimizi anlayınca bence başka hayatlara yatırım yapmanın vakti gelmiş demektir. Başkalarına yatırım yapmak sorumluluk ister. O' da biliyor, bu para harcayıp kapısına ismini yazdırıp uzaktan e-mail ve para göndermek değil. Bunun arkasında olmak ve sürdürmek lazım. Bu bir "adanmışlık" (commitment bence daha iyi ifade ediyor, özürlerimle) ve süreklilik. Başka hayatlara değmek, fark yaratmek, değer katmak. Gücümüz yettiğince, ufak ufak, teker, teker, kıyı kıyı. Deniz yıldızlarının hikayesi gibi. Ama devamlı, tutarlı ve kararlı. Okumaya, engellilere, yaşlılara, çocuklara, hastalara, doğaya veya daha yaratıcı fikri olan ??? Hayatta bir amaç olmalı, ufak veya büyük. Vermeye dayalı veya aldıklarını geri vermeye..
No comments:
Post a Comment