Tuesday, March 6, 2007

Yerüstü ve yeraltı rüzgarları

Ben bu şehirde arabasız bir "fakir" olarak toplu taşıma araçlarını kullanmaya alıştım. Tabi bir nedeni de okul kartımla bedava binişim. Istanbul'da herhalde en son öğrenci iken binmişimdir otobüse.Tabi minicik , cücecik metromuz hayatımıza yeni katıldı, ve ben birkaç kere metroyu kullandım, hatırlıyorum.
Chicago'da toplu taşıma çok düzenli, hele diğer Amerikan şehirleri ile karşılaştırınca sanırım en gelişmişi. Bu tabi halkın fakir olmasından filan kaynaklanmıyor. Burası şehir gibi bir şehir. Herşeyden önce yangının sayesinde şehir gibi şehirleşmiş. Sonra enine ve boyuna çizgilerle bir ağ şeklinde yollar açılmış, nerdeyse bir ucundan diğer ucu görünüyor. Ayrıca tabiatın da katkısı var : dümdüz. İnsanlar kasaba veya şehir dışında değil bu şehrin içinde yaşıyor, "şehir içi" kavramı doğal olarak "merkez" kavramından geniş, ama oldukça geniş bu şehirde. Hele hele şimdilerde şehire dönüş var. Bu şehir sundukları ile insanları çekiyor, sürekli yeniden yapılanıyor. Tabi bu parası olana, çünkü burda çoğu Amerikan şehirlerinin tersine şehir merkezinde yaşamak pahalı, evler çok pahalı İstanbuldaki kadar olmasın. Şehir içinde de evde oturulabiliyor, böyle mahalleler var. Bunların sonucunda şehirleşmenin güzel örneklerinden biri ile karşı karşıyayız.
Toplu taşıma şehir içinde CTA tarafından sunuluyor : otobüsler ve tren ama bu metro yani. Şehir dışını çok bilmiyorum ama şehirler ve kasabalar arası tren Metra ya binmişliğim var, oldukça konforlu, zaten genelde işe gidip gelenler kullanıyor. Haliyle herkes ya gazete, dergisine, ya laptopuna ya da blackberry sine gömülmüş çalışıyor. Bu en klasik görüntü herhalde toplu taşıma araçlarında.
Otobüsler artık 100% ulaşılabilir , bu herkes için demek. Yaşlısı için , engellisi için, şişmanı için, çocuklusu için, bavullular için. Yani rampa iniyor veya otobüs alçalıyor, tekerlikli sandalye veya çocuk arabası rahatlıkla biniyor. Ayrıca içerisi geniş, koltuklar katlanıp kalkıyor ve herkes kendine yer buluyor.Bisikletiniz varsa, onu otobüsün önüne bağlayabiliyorsunuz, yani bisikletliler için de ulaşılabilir otobüsler. Oldukça uzun mesafeleri katediyorlar, şehri kuzeyden güneye, batıdan göle bölüyorlar. Ve de fena değiller, zamanında geliyorlar. Yine de karlı, rüzgarlı bir Chicago gününde otobüs beklemenizi tavsiye etmem. Şehir içinde iseniz hemen en yakın delikten yeraltına katılın. Aaa pardon, bir şans daha var, ama o da açık hava. Metro burda belli yerlerde yer üstüne çıkıyor, veya şehrin merkezinde tur atan ve de havadan giden trenler var. Tam çalışıyorsunuz, camınızın önünden tren geçiyor, özellikle iş merkezinde bu çok yaygın. Herkes alışmış, hem görüntü hem gürültüye.
Yine de siz yeraltına inin, renkli renkli trenlerimiz var. Ben kırmızı ve maviyi kullanıyorum okula giderken. Kırmızı güneyden kuzeye gidiyor, mavi batıya doğru. Havaalanına kadar gidiyor mavi şehiriçi fiyatına. İstasyonlar duruma göre hem yer altınde hem yer üstünde. Doğrusu içindeyken havadan gitmek, etrafı görmek güzel. İçerde manzara aynı : kulaklarda kulaklıklar müzik dinleniyor, elde gazete, dergi, kitap sürekli okunuyor. Sigara vb kesinlikle yasak ama geç vakit uç köşelerde "renkli" arkadaşlar alem yapabiliyor. Bazı istasyonlarda yer altında aktarma ve transfer yapılıyor. Ben Jackson da bir blokluk bir tüneli yürüyerek renk değiştiriyorum. Şu ana kadar farklı renklere bindim diyemem, çünkü benim rotam belli.
İstasyonlar pek temiz değil, trenler de, ama alıştık valla. Bazen köpekli polisler dolaşıyor, köpekler neden alınıyorlarsa yeraltında havlamaya başlıyorlar, işte o zaman daraltıcı ve depresif. Şimdi kimden ve neden şüphelendi bu hayvan? Terör korkusu ile yaşayan ve kendini terör düşmanı ilan eden hatta her an bir saldırı bekleyen (ki Chicago da listede) bir ülke için çok rahatlar, girişte kontrol yok, aşağıda kontrol yok, trenlerde hiç yok. Aslında metro istasyonları herhalde en zayıf yerler, neyse Allah korusun.
Trenlerde doğal olarak bantlar bilgi veriyor. Yani kapılar kapanıyor diye başlıyor söylemeye, yalan şöför sizi görüyor ve bekliyor. Yani kapıda kısılan görmedim. Sonra gelecek istasyon falancadır diyor. Falancada şu renklere nakil yaparsınız diyor. Arada bekleyeceksek , ki sıkça oluyor artık, önümüzde yapım var, treni bekliyoruz, trenin bir problemi var, şöför dışarda , biraz bekliycez, kısa sürede yola koyulacağız gibi rastgele haberler veriyor. Ben şahsen şöförün , galiba doğrusu kondüktör ama bu türkçe olmadığı için tuhaf, çişi gelince durup tünele indiğini ve bize de trenin mekanik arızası var diye masal anlattığına inanıyorum. Bazen şöför birleşler diyor, ki çoğunluğu African-American olduğu için ne dediği zor anlaşılıyor, zaten o da anlaşılmasın diye ağzının içinde yuvarlıyor. En güzel uyarı : binmeye çalışmayın, arkadan tren geliyor lütfen bekleyin mesajı. Bazen sandviç gibi oluyor, sabah çok erken ve akşam iş dağılma saati. Sonra istasyona gelince yine banttan yayın : Falanca ya geldik. Tabi bazen bantlar karışıyor, gülüyoruz.
Yeraltında müthiş rüzgarlar esiyor. Yani rüzgarlı şehrin yerinin altı da esiyor. Trenlerin gelişi bu ufak çaplı fırtınadan anlaşılıyor. Ama genelde esinti var, ee güneş de olmadığı için insanın içi üşüyor. Bir de yeraltında misafirler var : Farelerden bahsetmiyorum, ben görmedim, görüşmesek de olur. Güvercinler. Yemek buluyorlar, ikili, üçlü gruplar halinde uçuyorlar. Nerden girip çıktıkları muamma çünkü benim istasyondan yer üstüne çıkmak için çok yol var. Karanlıkta uçamazlar ki. Bir de tek ayağı sakat bir güvercin var bizim durakta. Tek ayağına basamıyor, onu büküyor. Topallıya topallıya dolaşıyor. Neyseki esas faaliyeti uçmak. Istasyonumuzun en sempatik elemanı. Yasağa rağmen yiyecek veriyoruz ona, belki ayağı sağlamdır da duygu sömürüsü rahat geliyordur. Hepsi birbirine benzedikleri için onu ayırt edemiyoruz yerde seke seke yürümezse. Bu şehirde martılar tavuk gibi iri, korkutacak kadar samimi ve aşağıdan uçuyorlar, genelde göl kıyısında bulunyorlar. Hatta her yerde martı ve güvercinleri beslemek yasaktır yazıyor. Bilmem neden, herhalde alışmasınlar, sonra pislikleri temizlemek yiyecek verenlere değil dükkan sahipleri ile belediyeye düşüyor diye.
Neyse, benim gibi klostrofobik birine bile yer altı sempatik geliyor bu şehrin.

No comments: