Mayıs ayında San Franciscoya 4 günlüğüne kaçtık. Hani küçüklüğümüzün o meşhur "San Francisco sokakları" dizisi, hani o boğaz köprüsünün turuncu kardeşi, hani pasifik okyanusu, hani bağlar diyarı.
Şahsen daha önce gitiğim için ilk tercihim değildi, ama kardeşim isteyince akan sular durdu, biraz söylenerek de olsa Expedia.com veya kardeşi Hotels.com dan kavga dövüş şehir merkezinde bir otel bulundu. Derler ki, ki ben de buna katılırım, Amerika da iki şehir var yaşanacak (tabi biraz turistik olarak, yabancı gözü ile) : Güzeller güzeli Chicago ve California'da İstanbul'un kardeşi SF.
Şimdi ben bu cümleyi düzeltiyorum : Amerika da tek bir şehir var yaşanacak : Chicago !!!
SF turistik olarak Amerika'ya her gidenin ve haddi zatında Amerikalıların görmesi gerek bir şehir. Yaşamak : yoook, çok zor. Bir kere çok kendine has. Sayısını unuttum , 7-8 olabilir, tepe üstüne kurulu, alan olarak oldukça dar, engebeli bir şehir. Nüfusu az, çok doğal , daracık ve çook pahalı bir şehir , nasıl çoğalsın. Dediler ki çocuk pek yokmuş, insanlar çocuk büyütmek için komşu il ve ilçeleri tercih ederlermiş. Tabi, bahçe filan yok, çocuk yokuşlarda mı oynayacak, bir düşse artık aşağıdan toparlamak lazım, top kaçsa vahim. Yokuşlar görüntü olarak çok hoş, yürümek namümkün, eşya taşımak mümkünsüz,araba ile bile insanın hoplamaktan içi dışına çıkıyor. Nerde benim dümdüz ve geniş caddelerim, bisikletlerim, motosiklerim. Evler eski, SF misyonerlerin Pasifik okyanusu kıyısına gelmesi ve askerlerin Presidio ya yerleşmeleri ile kurulmuş ve bence öyle kalmış. Sonra bitişik nizam, park yeri yok, dip dibe. Çooook meşhurların (= zenginlerin, mesela Microsoft kurucusu, meşhur romancı, modacı vb) malikaneleri var manzaralı tepelerde. Oldu, meşhur ve zengin olunca alırım ordan bir ev. Evler bir servet, kiralar pahalı, "o kadar eski eve o para verilir mi?" konusunda büyük bir çoğunlukla anlaştık zaten. Tabi tepelerin faydası manzara, ben fotoğrafı çekip bakmayı daha uygun buldum.
Şehir içi diye kaldığımız bölge, ki gerçekten öyle, Sirkeci yi andırıyor pislik ve sefaletde (Sirkeci yi görmeyeli çok oldu, belki uygun bir benzetme olmadı) Ben zenci homeless lere alışkınım, burda evsizler beyaz ve zaten daracık olan kaldırımı tamamen kaplıyorlar. Yollar dar, zira iki şerit bile park var. Yani hakikaten İstanbul un tepelik semtlerine benziyor. Ben oldukça pis de buldum.
Tramvaylar (boynuzlu ve boynuzsuzları var) çok nostaljik ve sevimli. Arkadaşlar tüm dünyadan, ki bence İtalya'dan, eski boynuzlu troleybüsleri toplamışlar. Metro yok, ama diğer araçların her tipi mevcut.Yer darlığının başka etkisi de oldukça yüksek otopark ücretleri.
Turuncu Golden Gate yürümeye açık, ama o rüzgarda istersen yürü. Havası çok serin, Chicago ya laf edenler utansın gerçekten.Turuncu rengi askeri nedenle imiş. Başı dumanlı, sisli, uzunca bir Boğaz köprüsü. Bence diğer köprü, ki iki katlı ve daha uzun, daha ilginç. En sevimli yerlerden biri Fisherman's Wharf ve Pierler. Bir tarafa tek sayılı , bir tarafa çift sayılı rıhtımlar. Yarım numaralar da var.
Karşıda Alcatraz cezaevinin bulunduğu ada, şimdi turistik. Golden Gate in öbür tarafı Pasifik okyanusu. İki yaka arası sörfler, yelkenliler.
Aaa bi de nefis deniz ürünleri ve bunları tören içinde yemeler unutulur gibi değil. Meşhur Girardelli, ki bizim mahalledeki cafe olur kendisi, çikolatalarının fabrikası eskiden burdaymış, kapanmış.
SF da yüksek bina çok az, bir finans merkezinden bahsettiler. O ne ya: bizim kozyatağındaki bankalar caddesi bile daha geniş bir finans avenüsü. Oteller hep motel gibi, az katlı, Presario tarafında 1945 midir nedir veya daha eski subay lojmanları, ama yeri çok güzel.
Bence en güzel yeri bahçeleri, özellikle Golden Gate Park. Şehrin içinde, çok büyük ve çeşitli köşeleri var. Biz burda bir Japon bahçesi gezdik, öyle etkileyici ki. Daha uzun gezmek isterdim, ama arabasız ancak nokta atışı oldu. Hava da o kadar soğuktu ki, hızlı çekim yürüyüşle görmüş olduk.
Bir yer var ki bir gün evlenirsem kesin orda olsun isterim : Palace of Fine Arts. Amerika da böyle bir tapınak, anıtsal yapının olması çok şaşırtıcı. Kocaman yuvarlak kubbe, sütunlar heykellerle bezeli, kubbenin etrafı ve altı açık. Zaten bir park ve ufacık göl kenarında. Sarı, antik taşlardan. Yanda kendisini görüyorsunuz, aslı suretinden çoook daha etkileyici.
Ayrıca varlığını bildiğim ama bu sefer göremediğim bir Victorian devri evler sokağı bir de dünyanın en crokiest , yani eğri büğrü, sokağı var ki herhalde ciddi başı veya midesi tutar insanın. Bu da ilk defa gidenlerin görmesi gereken bir yer, mühim değil çok kartpostalı var, kaçırsanız bir şey olmaz.
Finalde anlatmak istediğim yıllardır sayıkladığım bir yer : Napa Valley ve Sonoma Valley. Bir sabah körü çıktık yola otobüsle.İşte iki katlı, uzun köprü ile karşıya geçtik ve bir saat kadar yol gittik. dört bağ ve şarap evinde durduk, şaraplar tattık. Mesela beyaz şarabın direkt şişelendiğini, kırmızı şarabın ise fışılandığını biliyor muydunuz? Sonra beyaz şarabın çok da eski olmaması gerektiğini? Fıçıların özel yapım ve de Avrupa/Fransız malı olduğunu? Şarabı tatmanın beş duyuyu da içerdiğini? Her iki vadide irili, ufaklı çok şarap üreticisi var. Bir kısmı organik tarım yapıyor. İlginç olan şu ki kuru tarım yapıyorlar, yani sulamıyorlar. Bağları böcekten korumaya çalışıyorlar. Tabi ki bu tanıtım işini de çok ticari hale getirmişler, eğlenceli bir oyun. Ben özellikle Sonoma Valley i tavsiye ederim. Sonoma kasabası çok sevimli, Amerika ya uymayacak kadar şirin, üstelik de çok küçük ama çok zengin bir yerleşim bölgesi. Sırf buraya tekrar gitmeyi düşünüyorum. Bir bağevinde düğünde çok hoş olur, ilgilenenlere. Şaraplara gelince Fransız şaraplarından daha güzel. Özellikle Zinfandel, kırmızı. Hoş öyle bir ortam ki, şarap kötü olsa ne keder, eğlencesi yeter. Keşke bir bağım olsa!!!
SF i mutlaka bir kere görmek lazım, ama bir kere yeter, Chicago ya tekrar tekrar gelin, şehrimizde para harcayın!!
No comments:
Post a Comment