Bir göl düşünün, yok düşünmeyin, siz göl deyince şimdi Tuz gölü, Van gölü veya Sapanca gölü düşünürsünüz. Bu bir deniz, bizim yaka Chicago, karşı yaka Kanada. Bir çınar yaprağı şeklinde 3 ü birarada orta-kuzeyin gölleri. Bakınca göl diye algılamak imkansız, okyanus gibi. Yazın plajları, can kurtaranları (rivayet olur ki sadece bel hizasına gidilebilirmiş, arkadaşlar cankurtaran değil yüzdürmeyen), plaj aktiviteleri, kışın donmuş hali üstündeki kar dağları. Her hali güzel. Su hayattır a en güzel örneklerden biri. Onun yüzünden çok üşüyoruz, çünkü dondurucu rüzgarlar ordan geliyor. Onun sayesinde hayat ve serinlik buluyoruz, ferahlıyoruz. Bir şehir kişi uçtan uca göl, plaj, bisiklet parkuru.
Neyse benim niyetim şehir içi kısmını değil şehir dışını yazmak. Araba kiraladığım nadide zamanlarda bir bir yana, bir öbür yana gittik, yani her iki tarafından da kıyı kıyı kuzeye gittik. Göl kenarını dönen yol bahçeler içinden, döne döne gidiyor, yolu da iki katına çıkarıyor. Yine de Sheridan road oldukça hoş, şöför için bile. Bunun dışında şehircikleri birbirine bağlayan Interstate yollar var, bu otoban değil, bizim E-5. Yol boyu Mc Donalds, Kentucky Fried Chicken, Taco Bell, Arbys, deli ciler, yüzlerce kez tekrar tekrar geçip gidiyor yanınızdan. Bir de otoban var ki, bu çok içerden, bir de içeri sapmak gerekiyor. Netekim Exitleri takip önemli, zaten Amerikada en önemli otoban kuralı : Exit ini bul ve çık, bir daha çıkamayabilirsin. Exit ler çok önceden bildiriliyor, yemek-içmek, tuvalet, park , otel anlaşılıyor, dikkatli olunca inatlaşmadan çıkmak lazım.
Bir taraf Wisconsin eyaleti, Evanstondan sonrası. Önce Amerika kıtasındaki Bahai tapınağı. Dev bir tapınak. İçi sessizlikle dolu, evet içinde bir şey varki bu bana ağır geldi. Haykırmak değil, öksürmeye bile cesaret edemedim, kendimi dışarı attım. Wilmette çok zengin ve çok klas bir kasaba. Çarşısı farklı, evler i görmek için tüm sokaklara girdik, çıktık. Arada çit, duvar hiçbir şey yok, kapıda Avrupa arabalar. Malum Avrupa arabalar zenginlik göstergesi bu memlekette. Klas bir mahalle dedik, ilerledik. Daha kuzeyde Kenosha var, nerden bulurlar bu tuhaf isimleri. Burası daha bize uygun, ve genişçe bir şehircik, modern, evler alınabilir gibi, feneri de çok sevimli. Fener deyince Michigan gölü fenerleri ile ünlü. Şimdilik bu kadar kuzey batı bilgim var.
Esas gezi Michigan eyaleti tarafına yapıldı. Michigan eyalet olarak çok kibar, girişte güzel bir turizm ofisi var. Aslen otomotiv ve üniversiteler cenneti olmasına rağmen göl nedeni ile oldukça önemli bir göl turizm potansiyeli ve galiba da geliri var. Göl kıyısı irili , ufaklı sahil kasabası ile dizili. Tabi ki yat limanları, tekneleri, kumsalları, deniz fenerleri anlatmakla bitmez, gidin ve görün. Burada Chicago'luların yaz evleri/göl evleri varmış, hatta paylaşma oluyormuş, bunu inceleyeceğim. Yine evler sereserpe, yani çit, duvar , engel yok. Tipik okyanus kıyısı kumsal evleri, yani filmlerdeki gibi. Kışın dagaların gelmemesi, kumların dolmaması imkansız. Biz orta bölgeye kadar gittik bir hafta sonu içinde. Aslında kuzeye Kanada kıyısına kadar gitmek lazımmış. Bir dahaki sefere umarım.
Michigan tuhaftır , veya belki değildir, Hollanda ve Almanların kendi köy ve şehirlerinin olduğu bir eyalet. Tabi bunlar kaçıncı jenerasyon, yani kökenleri bu ülkerden. Mutfaklarını, gelenek, görenek ve tarihlerini yaşatmaya devam ediyorlar. Yani Amerikalılar ama , değiller gibi. Tabi bu işi pazarlayıp para kazanıyorlar. Artık hangisi hangisinden doğmuş siz karar verin. Almanların kendi köyü var, içerlerde. Göl kıyısı olmayınca cazibesi yok, hem ben Almanlardan tepe kadar olmuşum, kaçmaya çalışıyorum, Alman köyü almayayım dedim. Hollandalılar daha su kenarına yerleşmiş. Biz iki adet örneğine gittik :Bir tanesi Holland köyü. Burada köyde göze çarpan bariz bir şey yok, bir theme park var, ki burası tam da Hollanda :Dutch Village. Bir kere girişteki teyzeden, kasiyer ve rehbere kadar hepsi kadın, sonra genelde yaşlı. ama neden şuymuş, okul zamanı gençler çalışamıyor, yaşlılar nöbette, okul kapanınca gençler göreve geliyor. Mantıklı. Ayrıca herkes milli kıyafetler içinde : o iki ucu yukarı kalkık bezden üçgenimtrak şapkalar, tahta ayakkabılar (çok korkunç), önlükler, uzun etekler.
Hollandaya ait herşey var : kanallar, ressamlar, değirmenler, peynirciler, çiftlikler, balıkçılar, at arabaları, cadı avcıları, tartıcılar, evler-köyler, Türkçesini bilemediğim dev sokak çalgısı orglar, duvara parmağını batırarak deniz seviyesi altındaki şehri sular altında kalmaktan kurtaran kahraman çocuk. Tahta ayakkabıların meğer bir hikayesi varmış, her taraf su olduğu için çok kısa sürede kuruyan özel bir ağaçtanmış. Yarım gün çok büyük bir keyifle, her detaya bakarak ve de devamlı foto çekerek geçti. Hollandayı görmüş olmama rağmen bana oldukça enteresan geldi, çok
açıklamalı ve eğitici. Zaten okuldan minicik çocukları getirmişler, pek eğlendiler. Tabi ki meşhur mavi/beyaz Hollanda - Delft seramikleri, nefis bisküvileri, reçelleri. Bence Amerikalılar azıcık birşeyden eğitici ve öğretici ve de eğlendirici bir konsept yaratmayı çok iyi biliyorlar.
açıklamalı ve eğitici. Zaten okuldan minicik çocukları getirmişler, pek eğlendiler. Tabi ki meşhur mavi/beyaz Hollanda - Delft seramikleri, nefis bisküvileri, reçelleri. Bence Amerikalılar azıcık birşeyden eğitici ve öğretici ve de eğlendirici bir konsept yaratmayı çok iyi biliyorlar.
Gelelim ikinci adrese : Bu Amerika kıtasındaki tek çalışır vaziyetdeki rüzgar değirmeni. Hollandanın hediyesi, 1964 de gelmiş, sonra da değirmenlerin Hollanda dışına çıkmaları yasak olmuş. Biz ordayken değirmenci teyze (evet bir kadın) belgesini alabilmek üzre Dutch dilinde sınava Hollandaya gitmişti. 5 katlı çok büyük, tüm katları gezdik. Tabi değirmenci teyze olsaydı çalışır vaziyette de görecektik. Gerçekten un üretiyorlar. Burada da tahta ayakkabılı, önlüklü, yaşlı teyzeler bize katları gezdirdi. Aslında değirmen bence bir mühendislik harikası, basit fakat oldukça işlevsel bir mekaniği var. Belki mekanik olayları daha kolay anladığım, elektroniği hiç çözemediğim için bana anlaşışır ve kusursuz geldi. Çok koca kanatları var. Bu kanatlar sadece rüzgardan faydalanmak için değil, bir nevi mesajlaşma. Eskiden telefon olmadığı zamanlarda değirmenlerin kanatlarının pozisyonları değirmencinin mesajını etrafa gösterirmiş. Mesela "yarım saate geleceğim", "uzun zaman yolum", "düğün veya cenaze var". Ne güzelmiş o zamanlar iletişim, hayat bu kadar hızlı ve içiçe değilmiş, daha güzel hazmedilirmiş, özümsenirmiş. Bu yıllarda değirmen çok popüler, etrafında yine bir sürü hediyelik eşya, sera, Hollanda evleri vb var. Burada baharla birlikte hep düğünler olurmuş, ilgilenenlere.
No comments:
Post a Comment