Bu takım bizim takım. Bir zamanlar defalarca NBA şampiyonu olmuş, Michael Jordan lu kadrosu ile. O gittikten sonra yanlış takip etmedimse cidden nal toplamış. Bu sene Bears gibi o da şahlandı ve hiç beklenmeyen şekilde play-off a kaldı. E bizde gidip çocuklara destek olalım dedik. Paraya çok kıyıp alt katta oturamadık, ama en üst katlardan da dürbünle seyretmek istemedik, ortada karar kıldık. Daha doğrusu kardeşim beni davet etti, o burdayken United Center a gittik. Yanlış anlaşılmasın United Center basket sahası değil yalnızca, burada konser, gösteri herşey oluyor. Ayrıca sadece Bulls un yeri de değil, burayı buz hokeyi takımı Blackhawks ile paylaşıyorlar. Olayın farklılığı (ki burda karşılaştırma Abdi İpekçi Spor Salonu ile sınırlı değil, basketbol fenomeni) daha binaya yaklaşmadan belli oldu.
Bir kere ulaşım gözümde büyüttüğüm, arabasız gidilmez diye kestirip attığım gibi değil, 19 Numaralı otobüs Michigan Avenue dan kalkıyor ve önüne kadar gidiyor. Bu servis maç günleri var, ama tabi yol üstündeki duraklarda da inme binme yapılıyor. Meydana geldik, "eyvah izdihamdan ezilicez" diye düşünürken o kalabalık ahenk ve uyum içinde onlarca farklı kapıdan içeri akmakta. Biletleri ayırtmıştık, çok kibar bir şekilde aldık ve içeri girdik. Bir de ne görelim müthiş bir şamata, eğlence. Daha önce dünya basketbol şampiyonasına gitmiştim ama plaf off a ilk defa gidiyorum. Çoluk, çocuk, küçük, büyük, ailece gelenler, yaşlı-başlı amca ve teyzeler, işten çıkmış profesyoneller, abartılı şık kadınlar, sefil kıyafetler. O kadar renkli ki. Bir köşede çocukların yüzleri boyanıyor, utanmasam kazık kadar kadın sıraya gireceğim. Kimse takmaz ya, ben öyle hissederim. Öbür tarafta ayak üstü bir band, bangır bangır şarkılar. Takımımızın şapka vs leri satılmakta. Zaten bina kat-kat-kat , yani galiba 6 katlı filan. Yerler halı, ve valla çok temiz o kalabalığa göre. Her katta tertemiz tuvaletler, yiyecek-içecek, tabi su gibi bira.
Girer girmez elimize naylon torba gibi bir şey verdiler, biraz geç anladım meğerse bunlar balon olacak, pat-pat birbirine vurulacak rakip takım atışa geçince. Yerimize geçince gördüm ki içerisi daha renkli. Işık ve ses düzeni muhteşem, ben bir ara "burda korkunç elektrik sarfiyatı vardır" diye bakınıyordum. Eee, Amerikalılar tezahürat talimatlarını bile bu ışıklı tabela veya en orta tepedeki kocaman ekranlardan alıyor. Mesela : bizim takım savunmada ise balonları birbirine pat-pat vurarak "Defense" diye bağırmamız gerektiği ekranda beliriyor. Yok eğer, hücumda isek ne yapmamız gerektiği yine yazıyor.
Boğaların sahaya çıkışı muhteşemdi. Ortam karanlık ekranda şehir sokaklarında koşan boğaları gösteriyor, öfkeliler ve gözleri-boynuzları ile tehdit ediyorlar. Sonra müthiş bir alkış ve ışık gösterisi içinde basketbolcular sahaya çıkıyor. Tabi rakip takım da sahaya çıkıyor, bu anda kural ıslık ve yuhalamak. Sonra bir anda tekrar ortalık karanlık, Bily Joel sahaya geliyor, "baylar, bayanlar milli marşımız" diyor bir ses. Işıklar sadece bayrak renklerini geçiyor, tepede yıldızlar, yer-gök mavi-kırmızı-beyaz. Sonra çok katılımlı bir şekilde, tabi ayakta milli marşlarını söylüyorlar, bunu çok keyif alarak yapıyorlar. Billy Joel in sesi hep çok güzel, marşın bir yerinde çıkması gerekiyor oktav olarak, çok etkileyici bir şekilde söylüyor. Herkes hem eğleniyor, hem gururla söylüyor.
Tabi ki maskotumuz var, maç sırasında kenarda tezahürat yapıyor, seyirci coşturuyor. Aralarda yarışmaları idare ediyor, takdim ediyor, yine tezahürat yaptırıyor. Tabi ki o bir boğa, ve biz de onun dediklerini harfiyen yapıyoruz.
Herkes gayet medeni, yumuşak koltuklarında basket seyrediyor, tezahürat yapıyor. Küfür var mı? Duymadım. Bol hareket var. Bu arada garsonlar geliyor sipariş alıyor (tabi locada olsak çok farklı bir muamele). Koltuklara gömülüp, ellerimizde biralar ve pizzalar, ne o : biz basket maçı seyrediyoruz. Maç keyifli geçiyor spor olarak, ama bence aile eğlencesi kısmı veya yeme-içme kısmı çok enteresan. Kıran kırana geçiyor maç, bir yerden sonra Boğalar siliyor rakibi, ve tabi biz karnımız tok, sırtımız pek, ağzımız kulaklarımızda yine 19 nolu otobüs ile evimize dönüyoruz. Bu arada çıkarken insan seli akıyor, ama yine izdiham yok. Niye olsun ki herkes medeni çıkıyor, bol otobüs var, kuyruk olup biniyoruz. Tabi otobüste sarhoşça olanlar da var, onlara gülümsüyoruz. Verdiğimiz paraya oldukça değen bir gece geçirmişiz. Bu Amerikalılar her olayı eğlenceye çevirmeyi biliyor. Tekrarını bekliyoruz gelecek sezonda.
Girer girmez elimize naylon torba gibi bir şey verdiler, biraz geç anladım meğerse bunlar balon olacak, pat-pat birbirine vurulacak rakip takım atışa geçince. Yerimize geçince gördüm ki içerisi daha renkli. Işık ve ses düzeni muhteşem, ben bir ara "burda korkunç elektrik sarfiyatı vardır" diye bakınıyordum. Eee, Amerikalılar tezahürat talimatlarını bile bu ışıklı tabela veya en orta tepedeki kocaman ekranlardan alıyor. Mesela : bizim takım savunmada ise balonları birbirine pat-pat vurarak "Defense" diye bağırmamız gerektiği ekranda beliriyor. Yok eğer, hücumda isek ne yapmamız gerektiği yine yazıyor.
Boğaların sahaya çıkışı muhteşemdi. Ortam karanlık ekranda şehir sokaklarında koşan boğaları gösteriyor, öfkeliler ve gözleri-boynuzları ile tehdit ediyorlar. Sonra müthiş bir alkış ve ışık gösterisi içinde basketbolcular sahaya çıkıyor. Tabi rakip takım da sahaya çıkıyor, bu anda kural ıslık ve yuhalamak. Sonra bir anda tekrar ortalık karanlık, Bily Joel sahaya geliyor, "baylar, bayanlar milli marşımız" diyor bir ses. Işıklar sadece bayrak renklerini geçiyor, tepede yıldızlar, yer-gök mavi-kırmızı-beyaz. Sonra çok katılımlı bir şekilde, tabi ayakta milli marşlarını söylüyorlar, bunu çok keyif alarak yapıyorlar. Billy Joel in sesi hep çok güzel, marşın bir yerinde çıkması gerekiyor oktav olarak, çok etkileyici bir şekilde söylüyor. Herkes hem eğleniyor, hem gururla söylüyor.
Tabi ki maskotumuz var, maç sırasında kenarda tezahürat yapıyor, seyirci coşturuyor. Aralarda yarışmaları idare ediyor, takdim ediyor, yine tezahürat yaptırıyor. Tabi ki o bir boğa, ve biz de onun dediklerini harfiyen yapıyoruz.
Herkes gayet medeni, yumuşak koltuklarında basket seyrediyor, tezahürat yapıyor. Küfür var mı? Duymadım. Bol hareket var. Bu arada garsonlar geliyor sipariş alıyor (tabi locada olsak çok farklı bir muamele). Koltuklara gömülüp, ellerimizde biralar ve pizzalar, ne o : biz basket maçı seyrediyoruz. Maç keyifli geçiyor spor olarak, ama bence aile eğlencesi kısmı veya yeme-içme kısmı çok enteresan. Kıran kırana geçiyor maç, bir yerden sonra Boğalar siliyor rakibi, ve tabi biz karnımız tok, sırtımız pek, ağzımız kulaklarımızda yine 19 nolu otobüs ile evimize dönüyoruz. Bu arada çıkarken insan seli akıyor, ama yine izdiham yok. Niye olsun ki herkes medeni çıkıyor, bol otobüs var, kuyruk olup biniyoruz. Tabi otobüste sarhoşça olanlar da var, onlara gülümsüyoruz. Verdiğimiz paraya oldukça değen bir gece geçirmişiz. Bu Amerikalılar her olayı eğlenceye çevirmeyi biliyor. Tekrarını bekliyoruz gelecek sezonda.