Burası Ayvalık.Tam bir yıl sonra yine, yeni, yeniden misali balkonumda oturuyorum. Ayvalık Boğazında fenerler yanıp sönüyor bir kırmızı, bir mavi, bir kırmızı , bir mavi. Güneş Cundanın arkasında turuncu bir tepsi olarak büyüyor ve sonra pat diye düşüyor arkasına adanın. Her daim, her mevsim, her hava koşulunda çok güzel, çok büyüleyici bir gün batımı var balkonumda. Lakin öndeki ceviz çok büyümüş, orta katda manzara kısıtlı. Öyleyse üst kata, yatak odası balkonuna geçelim. Ayvalık her zamanki gibi, bir "Alis harikalar diyarında" misali işler çözülüyor, komşular selamlıyor, ustalar tamir yapıyor. Hayat basit, sade, yalın ve huzurlu. Tabi bu bana göre, eminim Ayvalıklılara sorunca diz boyu stres anlatacaklardır.
Bahçe sararmış, solmuş, ama beyaz yaseminim, mor salkımım, begonvilim, zeytinim ve limonum, hatta hatta güllerim ayakta. Sardunyalar solmuş, ama dönecekler hayata.
Zeytinin üstünde tek-tük yeşil zeytinler. Limonum çiçekler içinde. Begonvil üç yerden açmış. Beyaz yasemin değme parfümlerden daha alımlı. Mor salkım çok az açmış, kıskandım komşu tarafında çiçekleri.
Ama mercan çiçeğim kupkuru, canlanması zor. Bir zaman böyleydi oysa.
Ev hala balmumu kokuyor, insana tozlar içinde olsada bir temizlik hissi veriyor. Ataşehir i terk i diyar edince eşyalarımı muhtelif yerlere dağıtmıştım. Tabi Ayvalık ta nasibini aldı. Şimdi kutuları açıyorum tek tek, heyecanla eşyalarıma bakıyorum. Unutmuşum, bu eşyalar benim mi? Ne kadar çok! Hem bu sadece bir kısmı. Ne yapıcam ben bu kadar eşyayı, o kadar azına ihtiyacım varki! Çoğu anı, resimler, albümler, biblo, yastık. Bir de çok mutfak eşyası, çay pişmeyen evde dört tane demlik, televizyon seyretmeyen bendenizin dört adet televizyonu. Bunlar muhtelif hanelerde. Hayat ne komik. Neyse, eşyalar burda, ama ruhları Ataşehir'de , çok şehirli evi gibi oldu alt kat.
Gece sessiz, köpek sesleri, kuş sesleri, motor uğultusu yok. İnsanın kulakları ne kadar rahat ediyor ve her sesi ne kadar kolay ayırt ediyor. Ancak komşuların sohbetleri kimi zaman haykırma şeklinde, bunları duymamış olayım. Şansıma çocuğuna bağıranlar yok burda. Komşu Perihan Teyze her zamanki gibi bana acıdı ve yemek getirdi, tabağını maalesef boş vereceğim. Gerçi burası tam teşekküllü bir ev, yemek de yapılıyor, lakin uğraşamayacağım.
Evimi yıkıyorum, sarmısak taşları hemen emiyor suyu, tahtaları siliyorum mis gibi kokuyor, sokağa süpürüveriyorum öylece. Hani biraz daha salsam ben de kapı önüne oturacağım komşularım gibi. Eee, adet böyle bu Ege kasabasında. Arabalar geçerken bir enlik sokaktan, pardon caddeden, ayaklarımı toplayacağım. Sonra çarşıya iniyorum, mandıradan taze lor ve İzmir tulum alıyorum. Burası için bu alışveriş, İstanbul'a dönerken alacağım. Çarşıdan Güler pastanesinden sakızlı kurabiye alıyorum, dayanamayıp bir ada çayı eşliğinde Ayvalıkgücüspor kahvesinde bir-iki tane yiyorum. Gazete almak problem, en yakın gazeteci yokuş aşağı, inmek sorun değil, çıkmak zor. Hergün okumayıveriyorum, nasıl olsa Internet var. Aaa, artık evde ADSL ve de kablosuz ağ var. Balkonda biramı yudumlarken blogumu yazıyorum.
Bu sene beach clubların sayısı artmış. Sarmısaklı da takıldığımız Aytaş'a yeni kardeşler gelmiş : Marenostrum yani Bizim Deniz, Deniz Gezmiş rahmet istedi. Konsept aynı : Çim, yastıklar, Latin müzik, kafamızı çarptığımız alçak şemsiyeler ottan, beyaz şezlonglar ve iskele. Fix giriş 10 milyon, bu sene rayiç bu. Sarmısaklı gözalabildiğince kumsal: deniziçi ve dışı. Havuz gibi Midilli manzaralı. Bambaşka bir konsept de Cunda daki Ada Camping. Mavi bayraklı plaj, çam-iğde-zeytin ağaçları içinde. Sarmısaklı gibi kumsal değil, çakıllı, derin ve soğuk bir deniz. Kamping ortamı, ama konforlu. Sebzeleri çok güzel. Akşamüstü mutlaka rüzgarı var, sanki deniz üstünde oturuyoruz.
Ayvalık'da ben hep huzur duyuyorum, şu bir senede Türkiye'de özlediğim tek yer. Evim yıpranmış, eskimiş, çizikler içinde, boya istiyor, ahşaplar ağlıyor. Ama şimdi daha karakterli, daha yaşanmış, daha kıymetli benim için. Her gelişimde olduğu gibi burada az oturduğuma, kısa süre kaldığıma çok üzülüyorum. Keşke daha uzun otursam, kışın da kalsam. Bunu çok yakında yapacağım galiba.
Zeytinin üstünde tek-tük yeşil zeytinler. Limonum çiçekler içinde. Begonvil üç yerden açmış. Beyaz yasemin değme parfümlerden daha alımlı. Mor salkım çok az açmış, kıskandım komşu tarafında çiçekleri.
Ama mercan çiçeğim kupkuru, canlanması zor. Bir zaman böyleydi oysa.
Ev hala balmumu kokuyor, insana tozlar içinde olsada bir temizlik hissi veriyor. Ataşehir i terk i diyar edince eşyalarımı muhtelif yerlere dağıtmıştım. Tabi Ayvalık ta nasibini aldı. Şimdi kutuları açıyorum tek tek, heyecanla eşyalarıma bakıyorum. Unutmuşum, bu eşyalar benim mi? Ne kadar çok! Hem bu sadece bir kısmı. Ne yapıcam ben bu kadar eşyayı, o kadar azına ihtiyacım varki! Çoğu anı, resimler, albümler, biblo, yastık. Bir de çok mutfak eşyası, çay pişmeyen evde dört tane demlik, televizyon seyretmeyen bendenizin dört adet televizyonu. Bunlar muhtelif hanelerde. Hayat ne komik. Neyse, eşyalar burda, ama ruhları Ataşehir'de , çok şehirli evi gibi oldu alt kat.
Gece sessiz, köpek sesleri, kuş sesleri, motor uğultusu yok. İnsanın kulakları ne kadar rahat ediyor ve her sesi ne kadar kolay ayırt ediyor. Ancak komşuların sohbetleri kimi zaman haykırma şeklinde, bunları duymamış olayım. Şansıma çocuğuna bağıranlar yok burda. Komşu Perihan Teyze her zamanki gibi bana acıdı ve yemek getirdi, tabağını maalesef boş vereceğim. Gerçi burası tam teşekküllü bir ev, yemek de yapılıyor, lakin uğraşamayacağım.
Evimi yıkıyorum, sarmısak taşları hemen emiyor suyu, tahtaları siliyorum mis gibi kokuyor, sokağa süpürüveriyorum öylece. Hani biraz daha salsam ben de kapı önüne oturacağım komşularım gibi. Eee, adet böyle bu Ege kasabasında. Arabalar geçerken bir enlik sokaktan, pardon caddeden, ayaklarımı toplayacağım. Sonra çarşıya iniyorum, mandıradan taze lor ve İzmir tulum alıyorum. Burası için bu alışveriş, İstanbul'a dönerken alacağım. Çarşıdan Güler pastanesinden sakızlı kurabiye alıyorum, dayanamayıp bir ada çayı eşliğinde Ayvalıkgücüspor kahvesinde bir-iki tane yiyorum. Gazete almak problem, en yakın gazeteci yokuş aşağı, inmek sorun değil, çıkmak zor. Hergün okumayıveriyorum, nasıl olsa Internet var. Aaa, artık evde ADSL ve de kablosuz ağ var. Balkonda biramı yudumlarken blogumu yazıyorum.
Bu sene beach clubların sayısı artmış. Sarmısaklı da takıldığımız Aytaş'a yeni kardeşler gelmiş : Marenostrum yani Bizim Deniz, Deniz Gezmiş rahmet istedi. Konsept aynı : Çim, yastıklar, Latin müzik, kafamızı çarptığımız alçak şemsiyeler ottan, beyaz şezlonglar ve iskele. Fix giriş 10 milyon, bu sene rayiç bu. Sarmısaklı gözalabildiğince kumsal: deniziçi ve dışı. Havuz gibi Midilli manzaralı. Bambaşka bir konsept de Cunda daki Ada Camping. Mavi bayraklı plaj, çam-iğde-zeytin ağaçları içinde. Sarmısaklı gibi kumsal değil, çakıllı, derin ve soğuk bir deniz. Kamping ortamı, ama konforlu. Sebzeleri çok güzel. Akşamüstü mutlaka rüzgarı var, sanki deniz üstünde oturuyoruz.
Ayvalık'da ben hep huzur duyuyorum, şu bir senede Türkiye'de özlediğim tek yer. Evim yıpranmış, eskimiş, çizikler içinde, boya istiyor, ahşaplar ağlıyor. Ama şimdi daha karakterli, daha yaşanmış, daha kıymetli benim için. Her gelişimde olduğu gibi burada az oturduğuma, kısa süre kaldığıma çok üzülüyorum. Keşke daha uzun otursam, kışın da kalsam. Bunu çok yakında yapacağım galiba.
No comments:
Post a Comment